İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, bu sabah Fox TV’de İlker Karagöz’ün sunduğu “Çalar Saat” programına konuk oldu. İmamoğlu; “Depremin ikinci günü oradaydık. Bölgeyi, Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu ve belediye başkanlarımızla beraber tümden dolaştık diyebilirim. Bu coğrafyada vatandaşlarımızla bir arada olmak, onların dertlerini dinlemek, sıkıntılarını hissetmek önemliydi. İnsanların umutları vardı. Can kurtarma çabası içerisinde olan bütün arama-kurtarma ekiplerine minnet duygularımı iletmek istiyorum. Cansiperane bir çaba gösterdiler, olabildiğince. Kurtarabildikleri kadar insan kurtardılar enkaz altından. Ama diğer yanıyla da ne yazık ki haber alamadığımız ve hayatını yitiren on binlerce de vatandaşımız söz konusu. İster istemez insan çok etkileniyor. Ben de çok etkilendim. Her giden etkilendi oraya. Orada konakladık. O bölgede akşam geçirdik, gündüz kalktık. ‘Hayata nasıl katkı sunabiliriz' diye tekrar yola çıktık. Sokakta yürüdük, caddede yürüdük insanlarımızın arasında. Tabii ilk akla gelen, ‘Hayat ne zaman normale dönecek? Bu coğrafyada ne yapmalıyız? Tekrar hayatı nasıl kurmalıyız? Nasıl organize etmeliyiz? Bu sorumlulukla çevreye baktık, vatandaşlarımızla buluştuk. Elbette biz de dönem dönem o ortamın verdiği duyguyla, ‘Acaba başarabilecek miyiz? Yapabilecek miyiz’ sorusunu sorarak aslında bu söylediğim sorgulamaları yaptık.” dedi.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, bu sabah Fox TV’de İlker Karagöz’ün sunduğu “Çalar Saat” programına konuk oldu. İmar barışıyla ilgili açıklamalarda bulunan İmamoğlu’nun konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle:
Depremin doğal afet olduğunu hepimiz biliyoruz. Yani deprem var. Yani deprem bir kader. Yani kaderin içerisinde olduğu net olan, bir gün karşımıza çıkacak olan bir süreç. Doğanın bir kuralı. Sadece Türkiye'ye has bir durum da değil. Dünyanın birçok coğrafyasında, insan tarihi boyunca var olan ve bundan sonra da var olacak bir gerçek. Ama kader olmayan bir şey var: O da binaların yıkılması, insanların ölmesi. Bu kader değil. Yani buraya bu yaklaşımla bakamayız. Ve bu bizim inancımıza da aykırı.
Tedbirin, insan tarafından alınmak zorunda olduğu nettir. Dolayısıyla bazen her şeyi oluruna bırakıp ‘Kaderimiz’ deyip, sadece kader üzerinden yorum yapan insanların, bu toplumu, insanlığı çaresizliğe, umutsuzluğa sevk etmelerini şiddetle kınıyorum. Kaldı ki, inancımızı da öyle bir kısır söyleme hapsetmeye çalışanları da kınıyorum. Akıl ve bilim, bizim inancımızın bize gösterdiği ilk yolculuktur. Çok hassas bir konudur. ‘Oku’ diyerek insanları eğitime, bilime, akla yönlendiren bir bakış açısını unutarak yorum yapanların, milletimize verdiği ve verebileceği zararın haddi hesabı yoktur. Dolayısıyla bu kader değildir.
İstanbul'un 17 Ağustos 1999’da depremi yaşadığı tarihten sonra, bütün Türkiye'de daha derin hissedilmeye ve yaşatılmaya ve yaşanmaya başlamıştır. Ağustosta yaşadığımız Gölcük depremi, hemen ardından birkaç ay sonra yaşadığımız ve İstanbul'da hissedilen Düzce depremi. Her iki deprem, İstanbul'daki milyonlarca insanımız tarafından yaşandığında ve bütün Türkiye'de daha fazla gündem olduğu andan itibaren daha derin hissedilmişti. O zaman hepimiz bunu yaşadık, hissettik ve o an itibariyle deprem yönetmeliğini konuşmaya başladık, fay hattını konuşmaya başladık, zemini konuşmaya başladık, binaların yapım kalitelerini konuşmaya başladık. Ve bütün gündem, ‘Buna dönük nasıl çareler, nasıl kurallar konulmalı oluşturuldu denetim mekanizmasından tutun bina yönetmeliklerinin devreye alınmasına varıncaya kadar. Ne yazık ki biz, kendimize bina yapmadık, ev yapmadık, iş yeri yapmadık; kendimize tabut yaptık. Bakın bu kadar net. Bu söylemden vazgeçmeyeceğim. Çünkü görüntüler, çok üzüntü verici.
Bakın her cümlemde ‘siz’, ‘biz’ kelimesi kurmuyorum. Her cümlede ‘sen’, ‘ben’ diye bir tarif de yapmıyorum. Kendimi dışında tutarak da konuşmuyorum. ‘Sorumlular bizleriz’ diyorum. Demek zorundayız. İşin özgül ağırlığı, hesaplaşma, sorgulama… Buradan sürece dair katkı sunmak otururuz. Bir masada her şeyi konuşabiliriz. Yani ‘İktidar, hükümet, her şey mükemmel, harika, çok iyi’ filan. Bazen oturduk kamu görevlileriyle de sohbet etme imkânı gördük. Ya kardeşim, geziyoruz; öyle değil yani. Sıkıntılarımız var. Ama yani şu da değil: ‘Her konuda berbat, çok kötü, yaktık, yıktık vesaire’ değil yani. Bakın, çözüm üreten ve yarınlara umut ortaya koyabilen, bakış açısı şudur: Öz eleştiri. Her reel ortamda şunu söyledim: Evet, hazırlıklarımız var, fotoğrafı çekmişiz. Zaten çalışıyoruz İstanbul'da. Yaklaşık 4 seneye yaklaşıyoruz. Yani 4 ay sonra dört senemiz bitecek. Elbette yaptıklarımız var. Halihazırda yaptıklarımız var. Daha iki ay önce İBB Meclisi’ne sunduğumuz, depremle ilgili acil kira yardımı önergemiz var. Biz, bu bölgede deprem olacağını bilmiyorduk. Ama bunlara çalışıyoruz. Her an, her ay yaptığımız işlerimiz var.
Dünyanın her yerinde deprem oluyor. Ama işte Haiti'de deprem oluyor ve 200 binin üzerinde insan ölüyor 7,8 büyüklüğündeki depremde. Ama mesela 'Şili örneğini çıkartın' dedim arkadaşlarıma. Bakın Şili örneğinde şöyle bir çizelge var burada. Bu çizelgede 8 ve üzeri büyüklüğündeki depremlerle boğuşan bir ülkeden bahsediyoruz. 20 milyona yakın nüfusu var. 8 ve üzeri, hatta 1969’da 9,5 depremi var burada. Şiddeti görebiliyor musunuz? Bakın 8,8 şiddetinde deprem oluyor 2010’da. Ne kadar sürüyor biliyor musunuz İlker Bey? 3 dakikayı aşıyor. 3 dakika 30 saniye civarında bir deprem, bir bölgeyi aşırı şiddetle sallıyor. Ama ne oluyor biliyor musunuz 8,8 şiddetinde? 500’e yakın insan öldü. Büyük çoğunluğu da tsunamiden ölen insanlar. Bazen şu cümleyi kullanıyoruz ya: Asrın felaketi. Bakın öyle dersek olmaz. Bakın bu ders çıkarma üslubu değil. Yarınlara çok özenli davranma üslubu değil. ‘Asrın felaketi’ diye bir tarif yapar, süreci başka bir yere koyarsanız, koyarsak, buradan çözüm çıkmaz. Biz artık bunu bırakmalıyız. Deprem gerçeğiyle, depremle yaşamayı öğrenmeliyiz. Depremle yaşamanın asla vazgeçilmeyecek aşamaları var. Bakın Japonya'dan bahsetmiyorum. Japonya, gelişmiş bir ülke ve dünyanın en önemli iki üç ekonomisinden biri. Kişi başı gelir, ne yazık ki bizim neredeyse 6-7 katımız seviyesine ulaşmış bir ülkeden bahsediyoruz. Ama oradan bahsetmiyorum. Şili'den bahsediyorum. Yani gelişmekte olan, bizim gibi bir ülke.
Burası bir deprem ülkesi. ‘Sallanabilirsiniz. Ama sakın binadan kaçmayı denemeyin, tedbirli bir şekilde, kendinizi koruyucu usullere uyun, ama binayı terk etmeyin. Çünkü binalarımız sağlam.’ Şimdi bu duruma gelmek var. Bir de sadece işte, ‘Asrın felaketi. Dünyanın her yerinde oluyor’ ve insanlarımız ölüyor. Böyle bir şey kabul edilemez artık.
Bugün gördüğümüz yıkımlarda, neredeyse şehirlerin yüzde 60’ı gitmiş. Bazı şehirlerde yüzde 70-80’i kullanılamaz halde yıkılmış ya da yıkılmak zorunda. E peki ne yaptık biz buraları yönetirken? Kim yönetti? Hükümet kimlerdi? Belediyeler kim? Bizler nasıl imaller yaptık? Böyle bakmayacak mıyız sürece? Böyle bakmayacağız. Efendim akşamdan sabaha, ‘Biz, 1 yılda bina yapacağız. Yani gene nereye döneceğiz? ‘Kaç metrekare alacaksın? Nasıl bina yapacağız? Nerede yapacağız? Kaç kat olacak vesaire. Bırakın bu beton kafalılığı.”